ABD’nin 28 büyük şehrini kapsayan yeni bir bilimsel araştırma, ülkenin tüm büyük kentlerinde farklı oranlarda çökme (subsidence) yaşandığını ortaya koydu. Yalnızca kıyı kentleri değil, iç kesimlerdeki şehirlerde de yer yüzeyinin milim milim aşağı indiği tespit edildi. Araştırma, yeraltı sularının aşırı çekilmesinin bu hareketlerin en yaygın nedeni olduğunu gösteriyor.
Araştırmanın sonuçları, 8 Mayıs 2025’te Nature Cities dergisinde yayımlandı. Çalışmanın başyazarı, Columbia Üniversitesi’ne bağlı Lamont-Doherty Earth Observatory’den Dr. Leonard Ohenhen, şehirlerin hızla büyüdüğüne dikkat çekerek şu uyarıda bulundu:
“Şehirler genişledikçe, çöken bölgelere daha fazla yapı inşa edilecek. Zamanla bu çökme, altyapıların güvenlik sınırlarını zorlayabilir.”
28 Şehrin 25’inde Yüzey Çöküyor
Araştırma, nüfusu 600 binin üzerindeki tüm ABD şehirlerini kapsıyor. Uydu verileriyle yapılan ölçümler, 28 metreye 28 metrelik kareler halinde milimetrik hassasiyetle dikey hareketleri haritalandırdı. Sonuçlar çarpıcı: 28 şehirden 25’inde, toplam alanın üçte ikisinden fazlası yılda ortalama 5 milimetreden fazla çöküyor.
En hızlı çöken şehir Houston (Teksas) olarak belirlendi. Kentin yüzde 40’ı yılda 5 mm’den fazla, yüzde 12’si ise bunun iki katı hızla alçalıyor. Bazı noktalar yılda 5 santimetreye kadar (yaklaşık 2 inç) düşüyor. Benzer eğilimler Dallas, Fort Worth, Las Vegas, Washington D.C., San Francisco ve New York’un bazı bölgelerinde de gözlendi.
Toplamda yaklaşık 34 milyon kişi, bu çöken alanlarda yaşıyor.
Neden Yeraltı Suyu?
Bilim insanları, analiz ettikleri verilerde çökme oranlarıyla yeraltı suyu çekim miktarı arasında doğrudan bağlantı buldu. Buna göre, çökmenin yüzde 80’i, yeraltı sularının aşırı kullanımıyla açıklanabiliyor. Yeraltı suyu çekildikçe, suyun bulunduğu ince taneli zeminler sıkışıyor ve yüzeyde düşme meydana geliyor.
Teksas’taki durum, yalnızca su değil, petrol ve doğalgaz pompalanmasıyla da kötüleşiyor. Bu faaliyetler, toprağın altındaki tabakaları gevşeterek daha büyük bir çökme etkisi yaratıyor.
Doğal Etkenler ve Buzul Kalıntıları
Araştırmacılar, bazı bölgelerde ise doğal jeolojik süreçlerin rol oynadığını belirtiyor. Yaklaşık 20 bin yıl önce Kuzey Amerika’nın iç kısmını kaplayan dev buz tabakası, kıtanın kenarlarında toprakta bir şişkinlik yaratmıştı. Buzul çekildikten sonra bu bölgeler yavaşça geri çökmeye devam ediyor.
Bu durumdan New York, Indianapolis, Nashville, Philadelphia, Denver, Chicago ve Portland gibi kentlerin etkilendiği ifade edildi.
Ayrıca 2023’te yapılan ayrı bir çalışmada, yalnızca New York’taki binaların ağırlığının bile kentin zemininin aşağı inmesine katkıda bulunduğu öne sürülmüştü.
Farklı Hızlarda Çöken Şehirler
Araştırma, bazı şehirlerde farklı bölgelerin birbirinden farklı hızlarda çöktüğünü veya hatta bazı kesimlerin yükselirken diğerlerinin çöktüğünü de ortaya koydu. Örneğin Jacksonville (Florida), Memphis (Tennessee) ve San Jose (California)’da bazı alanlarda yeraltı suyu yeniden dolduğu için hafif yükselmeler yaşanıyor.
Bu tür “diferansiyel hareketler” tehlikeli, çünkü zemin her yerde eşit oranda hareket etmiyorsa, binalar ve yollar eğilme veya çatlama riskiyle karşı karşıya kalıyor. San Antonio, Austin, Fort Worth ve Memphis gibi şehirlerde her 50 ila 150 binadan biri yüksek risk altında.
Sekiz Şehir En Fazla Riskte
Araştırma, toplam çöken bölgelerde yaşayan nüfusun yüzde 60’ından fazlasının yalnızca sekiz şehirde toplandığını belirtiyor: New York, Chicago, Los Angeles, Phoenix, Houston, Philadelphia, San Antonio ve Dallas.
2000 yılından bu yana bu şehirlerde 90’dan fazla ciddi sel olayı yaşandı ve uzmanlar bu durumun, kısmen yüzey alçalmasıyla da ilişkili olabileceğini söylüyor.
Ne Yapılabilir?
Bilim insanları, şehirlerin bu yeni verileri dikkate alarak planlama politikalarını güncellemesi gerektiğini vurguluyor. Önerilen çözümler arasında:
Toprak yükseltme ve yeşil altyapı sistemleriyle sel riskini azaltmak,
Binaların temel sistemlerini güçlendirerek eğim hasarına karşı dayanıklılık artırmak,
Yeni yapı izinlerinde zemin hareketi analizlerini zorunlu kılmak yer alıyor.
Dr. Ohenhen, çalışmanın sonunda şu değerlendirmede bulundu:
“Artık yalnızca sorunu tanımlamak değil, çözüme yönelmek zorundayız. Bu duruma karşı uyum sağlayabiliriz.”
Kaynak:
Kevin Krajick, Nature Cities, Columbia University Lamont-Doherty Earth Observatory, Virginia Tech, University of California Berkeley, Texas A&M University, University of Colorado Boulder, Brown University, United Nations University, Mayıs 2025.